Bağlar, Evren ve Yaşam
Bütünü oluşturan parçaların tamamı değişse bile bütün değişmez. Örneğin 37 trilyon hücremiz aylar içinde tamamen yenileniyor, ölüyor ve yerlerine yeni hücreler geçiyor. Ama 3–4 ay önceki Seray, fiziksel olarak hala aynı Seray. Bunu sağlayan şey, parçalar arası etkileşim ve bağlantıların varlığıdır. Bu gerçek, kurduğumuz bağ ve ağları bambaşka bir noktaya taşıyor.
Prof. Dr. Türker Kılıç, biz farkında olmasak da bağlantısallığın hayatımızda ne kadar büyük bir yer kapladığı gerçeğine kitabında büyük yer vermiş. “Sistem Düşüncesi” konusu ile ilgili araştırma yaparken rastladığım bu kitap; beyin, zeka ve yaşama dair birçok noktada tüm bakış açımı değiştirdi.
Kitapta tüm konular iç içe geçmiş halde ve oldukça iyi örülmüş. Hepsi arasında sağlam bir bağlantı (☺) bulunsa da benim en değerli bulduğum ana başlıkları şöyle ayırabilirim:
Bilim ve Bağlantısallık: Tümdengelim ve tümevarımdan sonra yeni bir bilimsel yöntem olarak bağlantısallıkla kitaba giriş yapıyoruz. Bugün gezegenimizde biyoçeşitlilik krizi gibi birçok krizle baş başaysak, bunun sorumlusu dünyayı bir sistem olarak değil de parça parça değerlendirerek işlememiz. Suyun, toprağın varlığını varlık değil de kaynak olarak görmemizdendir. Netflix’teki “Connected” belgesel serisini ve özellikle Dust isimli 3. bölümü önerebilirin. Bölüm, Sahra çölündeki kumların, Amazon ormanlarındaki yağmurları tetikleyecek yolculuğa nasıl çıktığını ve bilim insanlarının bunu nasıl keşfettiğini anlatıyor.
Bugün birçok şeyi keşfetmemize yarar sağlayan 1600'lerin bilimi, dünya hakkında bize basit bir anlayış sunuyor ancak dünyanın gizemlerini keşfetmek için maalesef yeterli değil. Yazar bu 1600'lü yılların bilimini Descartes-Bacon-Newton bilimi olarak tanımlıyor. Kartezyen düzlemden 3. boyuta geçerek olayların ve varlıkların aralarında bağları inceleyen yeni bilim oluşumlarına ihtiyacımız var. Bu, dile kolay gelse de devrim niteliğinde bir geçiş. Yazar, 1600'lerin matematiğinden Bayes matematiğine geçişin, beynimizi ve bağlantısallığı anlamak için gerekli matematik olduğunun altını çiziyor.
2005 yılında başlanan Blue Brain project ile beynimizin nasıl düşünce ürettiği üzerine çalışılmaya ve matematiği hesaplanmaya başlanmış. Beyni beyin yapan şeyin nöron değil de nöronlar arası bağlantılar olduğu, gün geçtikçe hızlanan nörobilim çalışmaları ile gün yüzüne çıktı.
Beynin işleyişi, bilinç ve zeka oluşumu: Kitapta bu konuyu okurken, gittikçe popüler hale gelen Yapay Zeka teknolojilerinin bizi rahatsız eden kısımlarını düşünmeden edemedim: “Bilgi işleyen makinelerimizin zeka kazanmasını gerçekten istiyor muyuz?” Yazara göre bu konuda yapabileceğimiz pek bir şey yok, çünkü “Bilgi işleyen her varlık er ya da geç zeka üretir”
Yazar, bu konuyla birlikte inorganik maddelerin bir araya gelerek bilinçli bir varlığın nasıl ortaya çıkabileceğini sorguluyor. Özellikle termodinamiğin 2. yasası “Enerji kendiliğinden var olamaz, var olan enerji kaybolamaz” derken kendiliğinden oluşan bir yaşam ihtimalini gözden kaçırıyor. 1877'de Ilya Prigogine, termodinamiğim 2. yasasının canlılar için geçerli olmadığını kanıtlamış. Kılıç burada konuyu, bu yasanın bilgi işleyerek zeka üreten herhangi bir varlık için geçerli olamayacağı noktasına getiriyor. Özyaratım Yasası ile canlılığın ve zihnin açıklanabileceğinden bahsediyor.
Yapay zekaların kendi aralarında dil ürettiği, artık elimiz kolumuz olmaya başladığı bir dünyaya doğru gidiyoruz. Beyin bağlantılarını ve yapısını taklit ederek oluşturulan yapay zekayı tam anlamıyla anlamak için, beynimizi de anlamanın önemi tartışılmaz. Hala tam sırrını çözemediğimiz beynimiz ve oluşturduğu zihni incelemek için çalışan nörobilim, Bağlantısal Bütünsellik yaklaşımı ile farklı kapılar aralayabilir.
Nörobilimin geldiği nokta ile artık anlıyoruz ki, beyin sadece organ olmanın ötesinde bir yapı. Beyin bütüncül bir enformasyon ağıdır ve zihin yaratır. Nasıl ki evrende her şey bütünlük ve bağlantı halinde ise, beynimizde tüm hücreler arası bağlantılar kurarak bir bütünlük, yani connectome oluşturur. İkizlerin farklı hayatlar sürüyor olması; genlerimizin her şey olmadığı, seçimlerimiz sonucu oluşan ve değişen connectome sayesinde yaşamımımızı değiştirebileceğimizi gösteriyor. Açıkçası bu cümleleyi okumak beni iyi hissettiriyor. Bana hayata dair bambaşka bir bakış açısı sunuyor ve hayatta yaptığım seçimlerde genlerimden bağımsız ve özgür olduğumu hissettiriyor.
Yaşam ve Yaşamdaşlık: Shrödinger’in Kedisinden sonra en önemli uğraşı bu soruymuş: “Yaşam Nedir?” bunu kitaptan öğrendim. Yazarı tanımıyla fizikten biyolojiyi doğuran bu soru, yukarıda anlatılan tüm bu bağlantısal bütünsellik meselesinin asıl sorusu niteliğinde.
İnsanlığın bir gerçeği anlaması gerek: Tüm dünyanın ve yaşamın bağlantılı olma hali sonucunda görüyoruz ki, insan aslında hayatın sadece bir parçası; sahibi veya merkezi değil. Kılıç, “İnsan için yaşam değil, yaşam için insan.” cümlesiyle özetlediği bu yeni kültüre “Yaşamdaşlık” adını veriyor.
Önce birey, sonra yurttaş olduk ve şimdi de global tüketici sıfatlarıyla yaşıyoruz. Tüketicilikten, vatandaşlıktan yaşamdaşlığa geçiş; bugün dünya için dönüştürmek zorunda olduğumuz alanlardan bir tanesi. Yazar günümüzün erdemleri diyebileceğimiz çalışkanlık ve zeki olmanın yanına eklediği “Merak, iyilik ve yaratıcılık” üçlüsünün eklemlenmesi dileği ile kitabı bitiriyor.
Okuyucu olarak kısaca yorumum şöyle: Kitap akıcı olmasına rağmen beni yepyeni kavramlarla tanıştırdığından okumam uzun sürdü. Ayrıca makalelerinin toplandığı kısımda kitap içi tekrar mevcuttu. Normalde bunu kitapta bir eksi olarak görürdüm, ancak değişik kavramları anlayabilmek için tekrar tekrar okumak iyi bile oldu diyebilirim.
Sistem düşüncesine olan merakımla çıktığım yolda bu kitaba rastladığım için kendimi şanslı hissediyorum. Yaşama ve bilime farklı bir bakış açısı kazanmak üzere bir yolculuğa çıkmaya hazır olan herkese de bu kitabı tavsiye ederim.